2002
Bir göç mevsimidir sonbahar.
“Erkenden uyanmak ve gitmek
gerek” dedim içimden.
Yüküm ise çok ağırdı.
Önce eski şiirler soluk
sayfalar arasından uğultuyla geçtiler.
Sonra söylenmemiş en güzel
imgeler ateşe düştüler bir bir.
Eski dost vurgunu yaralar
kanrevan içindeydi,
El yarası dil yarası ve daha
neler neler…
Uzaklardan bir ses ceviz
ağacı yaprakları arasından seslendi birden.
“Dur ve portakal çiçeklerine
doğru yürü!
Gitmen ve yaşamayı yeniden
öğrenmen gerek” dedi usuldan!
Bense sarp uçurumların
kıyısında durarak, her gün biraz daha yakın duruyorum ölüme.
Her sevinçten vazgeçiyorum
birden.
El yarası dil yarası ve daha
neler neler…
Sonra bir akşamüstü düşler ve
sesler uğultuyla geçtiler.
Akdeniz karşıdan mavi mavi gülümsüyordu.
Az ötelerden bir Ceviz ağacı seslenendi yeniden.
Sonra geldi dallarını taa
önüme kadar eğdi.
Bense uçurumların kıyısında,
ha düştüm ha düşeceğim.
El yarası dil yarası ve daha
neler neler…
“Hey ölümlü insan, dur hemen bırakma kendini.
Ölümle kardeş olunmaz!
Kaldır başını göklere doğru.
Bak bulutlar Akdeniz köpüğü
gibi puğ puğ.
Yaşam sonsuzluklarda ulu bir
çınar.
Bırakma kendini gözyaşı
denizlerine.
El yarası dil yarasına ve
daha neler neler...”
Ceviz Ağacının
sesi bahara çağırır gibiydi?
Yaşam ise zamanın uzamında
bir liman…
Onu bir ben duydum, bir de
göçmen kuşlar…
O söylüyordu ben ağlıyordum,
ben söylüyordum kuşlar ağlıyordu.
El yarası dil yarası ve daha
neler neler…
Ceviz ağacı sonbaharda
rüzgarla serenat yapıyordu;
“Hey, duy sesimi!
Başını öksüz çocuklar gibi
eğme!” diyordu usuldan!
“Yaşam denilen dönence kör
bir tuzak!
Bırak kopacaksa kopsun
fırtınalar.
Savursun isterse oradan oraya
deli rüzgar.
El yarası dil yarası ve daha
neler neler…
Ceviz ağacım
bir benle ve bir de rüzgârla söyleşiyordu.
“Bak önünde portakal
ormanları çiçek çiçek.
Akdeniz alabildiğine
mavi…
Yer gök dediğimiz
sonsuzluklarda,
Yaşam nedir ki, sonsuzluk ne
demek?
Her şey uyuyup uyanmaktan
ibaret değil mi?
Unutma söz söyleyene aittir.
El yarası, dil yarası ve daha
neler neler…”
Hakikatli bir dost gibiydi Ceviz ağacım.
Sevgiyle dallarını önüme
kadar eğdi ve seslendi usuldan!
“Ey ölümlü insanoğlu,
gülümse” diyordu.
Yaşamla özdeş olmuşçasına
sev.
Bak, bende su içinde suya
hasretim.
Kalabalıklar arasında
bozkırlarda yalnız bir çiçek.
Tutun dallarımdan yoksa
ağlayacağım!
El yarası, dil yarası yakacak
dallarımı.
Kuşların kanatları yanacak
sonra,
El yarası dil yarası ve daha
neler neler…
Ceviz ağacım
rüzgârla söyleşiyor ben ağlıyordum.
Sonra uçurumların kıyısından
geri döndüm birden.
Saçlarıma bir tutam mavi, bir
demet portakal çiçeği taktım.
Tüm anıları gömdüm bir bir
toprağın en derinliklerine.
Arkadaş
dost vurgunu, vurana söz söyleyene aitti.
El yarası dil yarası ve daha
neler neler…
Hatice Elveren Peköz
-----?----